ÖZET
Amaç:
Bu çalışmada primer kolon lenfoması nedeniyle opere edilen on hastadaki, kliniğimizin cerrahi yaklaşımını, tümörlerin özelliklerini ve klinik prezentasyonlarını ortaya koymayı amaçladık.
Yöntemler:
Ocak 2006-Aralık 2012 yılları arasında kliniğimizde opere edilen primer kolorektal lenfomalı on hastanın verileri geriye yönelik incelendi.
Bulgular:
Tanı esnasında median yaş 66 (50-84) idi. Başvuru esnasında en sık raslanılan şikayetler karın ağrısı ve bağırsak alışkanlığında değişme idi. Muayenelerinde en sık abdominal distansiyon ve batında yaygın hassasiyet tespit edildi. Akut karın tanısı ile üç hasta acil şartlarda opere edildi. Operasyonda bir hastada ileoçekal invajinasyon, bir hastada çekumda perforasyonuna neden olan kitle ve bir hastada ise sigmoid kolonda obstrüktif kitle tespit edildi. En sık görülen lokalizasyon çekum (%60), bunu takiben sigmoid kolon (%30) ve rektum (%10) geliyordu. B hücreli lenfoma en sık görülen tip idi (n=8).
Sonuç:
Primer kolon lenfoması nadir bir hastalıktır. Öncelikle cerrahinin mi kemoterapinin mi önerileceği hala bilinmemektedir.
Giriş
Primer Gastrointestinal Sistem (GİS) lenfomaları tüm lenfomaların yaklaşık %0,9’unu oluşturur (1). Primer GİS lenfoması ilk defa 1871 yılında Billroth tarafından tanımlanmıştır (2). Primer GİS lenfoması tanımında en sık Dawson kriterleri kullanılmaktadır (3). Gastrointestinal sistem içinde en sık köken aldığı organ mide (%50-%70) olup bunu ince barsaklar (%20-%35), başta çekum gelmek üzere kalın bağırsak (%5-%10) ve özofagus (<%1) takip etmektedir. Primer kolon lenfomaları kolondan kaynaklanan malign tümörlerin yaklaşık %0,1-%0,5’ini oluşturur (4). Hodgkin lenfomada (HL) primer kolon tutulumu son derece nadirdir ve literatürde yalnızca izole olgular bildirilmiştir. Bu olgular çoğunlukla temeli cerrahiye dayanan modaliteler ile tedavi edilmişlerdir (5,6). Bu çalışmada primer kolon lenfoması nedeniyle opere edilen on hastadaki, kliniğimizin cerrahi yaklaşımını, tümörlerin özelliklerini ve klinik prezentasyonlarını ortaya koymayı amaçladık.
Yöntemler
Ocak 2006-Aralık 2012 yılları arasında kliniğimizde opere edilen primer kolorektal lenfomalı on hastanın verileri geriye yönelik incelendi. Hastalar hakkındaki bilgilere hastane arşivindeki dosyalar taranarak ulaşıldı. Bu çalışmada olgular yaş, başvuru şikayeti, tümör lokalizasyonu, tanı anındaki evreleri, uygulanan cerrahi, patolojik özellikler, tümör boyutu, operasyon sonrası nüks açısından incelendi.
Hastaların yaşam durumlarına ilişkin son verileri telefon edilerek güncellendi.
Primer kolorektal lenfoma tanısı Dawson kriterlerine (3) göre konuldu. Tutulumun primer kolorektumal lenfoması olarak kabul edilmesi için: 1) Histopatolojik inceleme sonucunda kolon ya da rektuma sınırlı lenfoproliferatif neoplazinin varlığı, 2) İlk ortaya çıktığında periferik lenfadenopati bulunmaması, 3) Mediastinal lenf nodu büyümesinin olmaması, 4) Lökosit sayı ve dağılımının normal sınırlarda olması, 5) Laparotomi sırasında barsak lezyonlarının ön planda olması ve lenf nodu tutulumunun yakın çevrede olması, 6) Karaciğer ve dalak tutulumunun olmaması şartı arandı.
GİS lenfomalarında prognozu ve tedavi şeklini değiştirebileceğinden evreleme nodal lenfomalardan bazı farklılıklar gösterir. Günümüze kadar değişik evreleme sistemleri ortaya atılmıştır. Bu çalışmada olgular Musshoff’un (1) GİS lenfomalar için geliştirdiği modifiye Ann-Arbor sınıflama sistemine göre evrelendirildi.
Verilerin istatistiksel analizinde SPSS 15.0 paket programı kullanıldı. Kategorik ölçümler sayı ve yüzde olarak, sürekli ölçümlerse ortalama ve standart sapma (gerekli yerlerde ortanca ve minimum - maksimum) olarak özetlendi.
Bulgular
Belirtilen süre esnasında 1034 kolorektal kanserli vaka taranmış ve bunların 12’sinde kolorektal yerleşimli lenfoma tespit edilmiştir ve bunlardan sadece 10 hasta dawson kriterlerini sağlamıştır. Sekiz hasta erkek, iki hasta kadındı. Tanı esnasında median yaş 66 (50-84) idi. Başvuru esnasında en sık karşılaşılan şikayet karın ağrısı ve bağırsak alışkanlığında değişme idi. Yapılan karın muayenelerinde en sık abdominal distansiyon ve batında yaygın hassasiyet tespit edildi. Hastalara ait semptom ve bulgular Tablo 1’de özetlenmiştir.
Akut karın tanısı ile üç hasta acil şartlarda opere edildi. Operasyonda bir hastada ileoçekal invajinasyon, bir hastada çekum perforasyonuna neden olan kitle ve bir hastada ise sigmoid kolonda obstrüktif kitle tespit edildi. Bu hastaların ikisine sağ hemikolektomi birine de hartman işlemi uygulanmıştır. Diğer yedi hastaya ise kolonoskopi yapıldı ve doku tanısı için biyopsi alındı. En sık görülen lokalizasyon çekum (%60), bunu takiben sigmoid kolon (%30) ve rektum (%10) geliyordu. B hücreli lenfoma en sık görülen tip idi (n=8). Acil şartlarda opere edilen hastalara operasyon sonrasında olmak üzere tüm hastalara toraks, abdomen ve pelvik tomografi çekilmiş ve herhangi bir metastaz bulgusuna rastlanmamıştır.
Tümörün sigmoid ve rektumda yerleşimli olduğu 2 hasta cerrahiyi kabul etmemiş ve bunlara sadece kemoterapi verilmiştir. Kemoterapotik ajan seçimi tümörün patolojisine göre yapılmıştır. Kemoterapi sonrasında hiçbir hastada komplikasyon görülmemiştir. Elektif şartlarda cerrahi uygulanan beş hastanın üçüne sağ hemikolektomi, ikisine de anterior rezeksiyon işlemi uygulandı.
Operasyon sonrası cerrahiye bağlı komplikasyon olarak; iki olguda cerrahi alan enfeksiyonu ve bir olguda anastomoz kaçağı gelişti. Cerrahi alan enfeksiyonu gelişen hastalar antibiyotik ve günlük pansumanlar ile tedavi edildi. Anastomoz kaçağı gelişen hasta tekrar opere edilerek ileostomi ve mukus fistülü açıldı. Takiplerinde sepsis gelişen bu hasta postoperatif beşinci gün kaybedildi. Hastalara ve tümöre ait patolojik özellikler Tablo 2’de özetlenmiştir.
Tartışma
Primer kolorektal lenfomalar tüm gastrointestinal sistem lenfomalarının %6-%12’sini oluşturur. Genellikle yaşamın 4. ve 7. dekadları arasında görülmektedir ve ortalama tanı yaşı 55’dir (7,8). Bizim hastalarımız batı ülkelerinde yapılan çalışmalardaki hastalara göre 66 median yaş ortalaması ile daha yaşlı idi. Bizim çalışmamızda erkek oranının yüksek olmasının sebebi bilinmemektedir.
İnflamatuar barsak hastalıkları (Crohn hastalığı, ülseratif kolit) ve immünsupresyon önemli risk faktörleridir. En sık başvuru semptomu karın ağrısı olup bunu iştahsızlık ve kilo kaybı izler. Daha az oranda da batında kitle, rektal kanama, dışkılama alışkanlığında değişiklik görülebilir. Bağırsak tıkanıklığı ve perforasyon nadirdir (9). Hastalarımızın öz geçmişinde inflamatuar barsak alışkanlığı ya da immünsupresyona sebep olabilecek bir durum yoktu. Hastalarımızda da en sık başvuru nedeni karın ağrısı ve barsak alışkanlığında değişiklik idi. Barsak tıkanıklığı ve perforasyon nadir de olsa iki hastamızda mevcuttu. Semptomlar tanıdan günler veya aylar önce başlayabilmektedir.
Diğer çalışmaların verilerine benzer olarak bizim çalışmamızda da en sık görülen lokalizasyon abondan lenfoid doku varlığı ile ilişkilendirilen çekum idi (4,10,11). Histolojik tanı çok zor olduğundan cerrahi olarak çıkarılan piyesin immünofenotipik ve genotipik çalışmaları ile tanıya ulaşılır. Non-Hodgkin Lenfomalar T hücrelerden, B hücrelerden ya da histiyositlerden köken alır. Tümörün kaynaklandığı hücre tipi genellikle tümör hücrelerinin fenotipik ve moleküler özelliklerine dayanılarak saptanır, %80-%85 B hücre kökenlidir geri kalan %10-%15’lik kısım ise T hücreli tümörlerdir. Bizim çalışmamızda da hastaların %80’i B hücre kökenli idi. T hücreli tipin B hücreli tipe göre daha kötü prognoza sahip olduğu gösterilmiştir (12,13). Bu farklılığın sebebi açıklanamamaktadır.
Tanıda kolonoskopi, BT ve çift kontrast kolon grafisi sık olarak kullanılır. Çift kontrastlı baryum grafilerinde ve BT incelemelerinde polipoid, infiltratif, mezentere açılan endoekzoenterik kaviter kitleler, mukozal nodüller ve katlantılarda kalınlaşma görülebilir (1,2). Bazen fokal lümen daralması, anevrizmal dilatasyon veya ülseratif formda fistül oluşumu gözlenebilir. Kolonoskopi, hem kitlenin makroskopik değerlendirilmesi, hem de biyopsi ile mikroskopik değerlendirme için çok yararlıdır. Serimizde akut karın bulgusu olmayan tüm olgularda kolonoskopik inceleme yapılmıştır.
Bu hastalığın nadir görülmesi klinik çalışmaları zorlaştırmaktadır ve en uygun tedavi yöntemi belirlenememektedir. Çoğu yazar kolorektal karsinomlarda kullanılan kemoterapisiz ya da kemoterapi ile birlikte yapılan cerrahi tedavi yöntemlerini önermektedir (12,13). Cerrahi müdahale hastalığın tedavisinde önemli rol oynamaktadır. Lokalize hastalığı olanlara küratif maksatlı cerrahi önerilebilir, palyatif cerrahi prosedürler obstrüksiyon ve diğer semptomları düzeltmede kullanılabilir. Bununla beraber perforasyon, kanama ve fistülü olan hastalarda da cerrahi tedavi yöntemi önem arz etmektedir (9,14). Biz çalışmamızda operable ve genel durumu iyi hastalara başlangıç tedavi olarak cerrahi uyguladık. Cerrahi tedaviyi kabul etmeyen iki hasta kemoterapiye yönlendirildi. Yapılan çok merkezli bir çalışmada sadece kemoterapi verilen hastaların sonuçları kemoterapi ile beraber ya da kemoterapisiz yapılan cerrahiye göre daha kötü olduğunu göstermiştir (14). Bununla birlikte bu sonuç kemoterapi alan hastaların çoğunluğunun, daha kötü prognostik olan T hücreli tipe sahip olması nedeni ile açıklanabilmektedir (14,15). Çekum yerleşimli lenfoması olan bir hastaya sağ hemikolektomi uyguladık, fakat bu hasta anastomoz kaçağı sonrası sepsis nedeni ile ölmüştür. Bu nedenle cerrahinin sunduğu faydalar ve risklerde sebep olduğu artış bilinmemektedir. Böylece kolonik lenfomada en iyi tedavi yönteminin ne olduğu sonucuna varılamamıştır.
Gastrointestinal sistem lenfomalarında kullanılan kemoterapinin bildirilen komplikasyonlarından biri barsak perforasyonuna neden olan tümör nekrozudur (16,17). Barsak duvarını invaze eden ve zayıflatan transmural yayılımı olan tümör kemoterapi sonrası nekroz ve barsak perforasyonuna yol açabilmektedir (18). Kombine kemoterapi ve cerrahi tedavinin zamanlaması hakkında hala bir fikir birliği yoktur. Kim ve ark.’nın (14) yaptığı bir çalışmada kolorektal lenfomalı 95 hastadan sadece tedavi olarak kemoterapi alan 23 hastanın hiç birinde kemoterapi esnasında perforasyon görülmemiştir. Dolayısıyla kemoterapi ve barsak perforasyonu arasında sağlam bir korelasyon yoktur. Primer kolorektal lenfomalarda cerrahinin primer tedavi olduğuna dair kanıtlar güçlü değildir. Cerrahi tedavi yüksek riskli ise, hasta cerrahi tedavi istemiyor ve küçük de olsa kemoterapi esnasındaki perforasyon riskini kabul etmişse kemoterapi primer tedavi yöntemi olarak kabul edilebilir. Çalışmamızın sınırlamaları az sayıda hasta içermesi ve retrospektif olmasıdır. Hastalığın nadir olması prospektif bir çalışmanın yapılabilirliğini zorlaştırmaktadır. Yapılacak bir meta analiz çalışma bu konuda yardımcı olacaktır.
Sonuç
Primer kolon lenfoması nadir bir hastalıktır. Öncelikle cerrahinin mi kemoterapinin mi önerileceği hala bilinmemektedir. Birçok tartışmalı konu da hala kesinleşmemiştir ve daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.