Çocuklarda Sevofluran ve Desfluran’ın Periferik Lenfositler Üzerine Genotoksik Etkilerinin Comet Assay Yöntemiyle Araştırılması
PDF
Atıf
Paylaş
Talep
Özgün Araştırma
P: 144-151
Eylül 2016

Çocuklarda Sevofluran ve Desfluran’ın Periferik Lenfositler Üzerine Genotoksik Etkilerinin Comet Assay Yöntemiyle Araştırılması

Med Bull Haseki 2016;54(3):144-151
1. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye
Bilgi mevcut değil.
Bilgi mevcut değil
Alındığı Tarih: 18.02.2016
Kabul Tarihi: 23.02.2016
PDF
Atıf
Paylaş
Talep

ÖZET

Amaç:

Anesteziklerin kromozomal değişikliklere neden olduğunu gösteren klinik, sitogenetik çalışmalar mevcuttur. Biz çalışmamızda, sevofluran ve desfluranın çocuklarda olası genotoksik etkilerini araştırmayı hedefledik.

Yöntemler:

Araştırmada lenfositler, DNA tek, çift sarmalındaki kırıkların tespitinde kullanılan Commet Assay yöntemi kullanarak incelendi. Çalışmada anestezi süresi en az 120 dk olan 1-10 yaş arası 26 çocuk alındı. Anestezi öncesi alınan 3 mL venöz kan kontrol olarak kabul edildi, indüksiyon sonrası olgular rastgele iki gruba ayrılarak oksijen/hava ile desfluran (grup D) ve sevofluran (grup S) uygulanan grup olarak incelendi. Anestezi başlangıcından 60 dakika, 120 dakika, 1 gün ve 5 gün sonra alınan kan örneklerinden periferik lenfositler izole edilerek Comet Assay yöntemiyle incelendi. Lenfositler fluoresan mikroskopta değerlendirildi, görsel sınıflandırma yapılarak, % kuyruk faktörleri hesaplandı.

Sonuç:

Sevofluran, desfluran anestezisi sonrasında çocuk hastaların lenfositlerinde çekirdek yapının etkilenmeyerek hasarlanmadığı ve DNA hasarı oluşmadığı gösterildi.

Bulgular:

Anestezi öncesi Comet cevapları açısından Sevofluran ve desfluran grupları arasında fark bulunmadı. Grup D ve grup S’de anestezi başlangıcından sonraki 60. dakika, 120. dakika, 24. saat, beşinci gün alınan kan örneklerinden bazal değerlere yakın veya aynı sonuçlar elde edildi. Desfluran ile sevofluran arasında tüm zamanlar kan örneklerinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadığı görüldü.

Giriş

Yaygın kullanılan inhalasyon anesteziklerin, DNA metabolizmasını etkilediği ve genetik materyalde mutajen ve karsinojen etkisi olduğu bildirilmektedir (1). Yine inhalasyon anesteziklerinin kullanıldığı ortamda oluşturduğu genotoksik etki, bu ajanlara dolaylı da olsa maruz kalanlar için genetik açıdan risk oluşturabilmektedir (2-4). DNA hasarını araştırmada insan hücrelerinin kullanıldığı testlerden en sık başvurulan kardeş kromatid değişimi (KKD) ve Comet Assay testleridir (5,6). KKD, kromozom morfolojisi değişmeksizin, kardeş kromatidler arasında, özdeş segmentlerin simetrik genetik materyal alışverişidir. Comet tekniği, tek hücre seviyesinde, DNA tek ya da çift sarmalındaki kırıkların tespitinde kullanılan duyarlı bir yöntemdir (Resim 1) (6). Günümüzde en fazla lenfosit hücrelerinde başarıyla uygulanmaktadır.

Çalışmamızda sevofluran ve desfluranın çocuklara klinik dozlarda uygulandığında, genetik açıdan akut invivo mutajen etkisini Comet Assay yöntemiyle incelemeyi planladık.

Yöntemler

Etik kurul onayı alındıktan sonra anestezi süresi 120 dakikadan uzun olacak girişim geçirecek 1-10 yaş arası 26 çocuk çalışma kapsamına alındı. Hücresel işlemler tıbbi biyoloji ve genetik laboratuvarlarında gerçekleştirildi.

Çalışmaya son bir hafta içinde anestezi ve radyasyon alanlar, sistemik hastalığı olanlar, herhangi bir malignite veya malignite şüphesi bulunanlar, herhangi bir genetik hastalığı olanlar, akraba evliliğinden doğanlar, ailede ve ev ortamında sigaraya maruz kalanlar, yaşadığı mekanda ve çevrede mutajenik ve karsinojenik maddelerle teması olanlar, ameliyat esnasında skopi yapılanlar, ameliyat esnasında kan tranfüzyonu yapılanlar dahil edilmedi. Olgular rastgele iki gruba ayrılarak sevofluran grubunda (grup S) (n=13) ameliyat esnasında inhalasyon anesteziği olarak sevofluran, desfluran grubunda ise (grup D) (n=13), desfluran kullanıldı. Çalışma grubuna alınan ve premedikasyon uygulanmayan hastalardan ameliyathanede indüksiyondan önce heparinli enjektöre 3 mL venöz kan örneği (T1) alındı. Hastaların elektrokardiyografi, noninvaziv kan basıncı (sistolik, diyastolik, ortalama), ETCO2, periferik transkütanöz oksijen satürasyonu (Sp02) ve kalp atım hızı monitörizasyonu sağlandı. Tüm hastalarda, propofol, fentanil, atrakurium besilat kullanıldı.

Hastalardan indüksiyondan 1 saat (T2) ve 2 saat (T3) sonra heparinli enjektöre 3 mL venöz kan örneği alındı. Her üç kan örneği de +4°C’de korunarak 2 saat içerisinde laboratuvara gönderildi ve çalışıldı. Operasyondan 24 saat (T4) ve 5 gün sonra (T5) de heparinli enjektöre 3 mL venöz kan örneği alındı ve aynı gün içerisinde laboratuvarda çalışıldı.

Heparinli tüplere alınan 3 mL venöz kan 1:1 oranında RPMİ 1640 ile sulandırıldı. 3 mL ficoll histopague üzerine tabakalandıktan sonra 800 X g de 20 dakika santrifüj edildi. Bulutsu tabaka pipet yardımıyla toplanarak RPMİ ile yıkandı. 250 X g de 10 dakika santrifüj edildi. Bu şekilde 2 kez daha yıkandıktan sonra pellet 1 mL RPMİ ile sulandırılarak hemositometre yardımıyla lenfosit sayımı yapıldı. Düşük ve normal dereceli agaroz solüsyonları kullanılarak preparatlar hazırlandı. Lizis solüsyonu ile preparatların üzeri kaplanarak, 1 gece +4°C’de bekletildi. Lizis aşamasını tamamlayan preparatlar enzim reaksiyon tamponu ile yıkanarak 37°C’lik etüvde 30 dakika enkübe edildi. Buzdolabında +4°C’de soğutulan elektroforez tamponu soğuk odada elektroforez tankına döküldükten sonra preparatlar elektroforez tankına yerleştirilerek 40 dakika bekletildi. Daha sonra, preparatlar 25 V sabit akım altında 30 dakika elektroforez yapılırak nötralizasyon tamponunda beşer dakika süreyle üç kez yıkandıktan sonra DAPİ ile boyandı ve fluoresan mikroskopta değerlendirildi. Her örnekte 100 civarında lenfosit incelendi. Anderson ve ark. (5) tarafından tariflenen beş kategoride sınıflandırıldı.

Genotoksik hasarın gösterilmesinde kullanılan bu sınıflandırma sistemi kuyruktaki DNA yoğunluğuna göre yapılmaktadır.

Lenfosit Görsel Sınıflandırması

Sınıf 0: Hasarsız hücrelerin incelemesinde yuvarlak, kenarları daha az yoğun olmak üzere ortası parlak bir ışık görünümü olanlar,

Sınıf 1: DNA hasarı oluşmaya başlamış ve normalde düzgün kenarlı olan görüntü DNA kırıklarının çekirdek dışına göçünün de başlaması nedeni ile düzensiz kenarlı bir görünüm alanlar,

Sınıf 2: Hasar arttıkça lenfositlerde merkezden kenara doğru uzama olup kuyruktaki fluoresan yoğunluğu artanlar,

Sınıf 3: DNA hasarı daha da artmış olup kuyruklu yıldız (Comet) görünümü alan hücreler,

Sınıf 4: Hasar derecesinin en üst düzeyde olmasının sonucunda apoptotik hücre görünümü alanlar.

Daha sonra, DNA hasarını sayısallaştırma ve objektif ve hassas bir karşılaştırma yapmak için Diem ve ark.’nın (6) kullandıkları formüle göre alınan her kan örneği için % kuyruk faktörü değerleri hesaplandı.

% kuyruk faktörü aşağıdaki formüle göre hesaplanmaktadır (6):

% kuyruk faktörü=AxFA+BxFB+CxFC+DxFD+ExFE/sayılan toplam hücre sayısı.       

A, 0 sınıfına dahil olan hücrelerin sayısı,

B, 1 sınıfına dahil olan hücrelerin sayısı,

C, 2 sınıfına dahil olan hücrelerin sayısı,

D, 3 sınıfına dahil olan hücrelerin sayısı,

E, 4 sınıfına dahil olan hücrelerin sayısı

FA, 0 sınıfının ortalaması (=2,5)

FB 1 sınıfının ortalaması (=12,5)

FC, 2 sınıfının ortalaması (=30)

FD, 3 sınıfının ortalaması (=67,5)

FE, 4 sınıfının ortalaması (=97,5)

Bu formüle göre;

A, 0 sınıfına dahil olan hücrelerin hasar derecesi <%5 olup FA=2,5 olan sabit bir değer ile ifade edilmektedir.

B, 1 sınıfına dahil olan hücrelerin hasar derecesi %5-20 olup FB=12,5 olan sabit bir değer ile ifade edilmektedir.

C, 2 sınıfına dahil olan hücrelerin hasar derecesi %20-40 olup FC=30 olan sabit bir değer ile ifade edilmektedir.

D, 3 sınıfına dahil olan hücrelerin hasar derecesi %40-95 olup FD=67,5 olan sabit bir değer ile ifade edilmektedir.

E, 4 sınıfına dahil olan hücrelerin hasar derecesi >%95 olup FE=97,5 olan sabit bir değer ile ifade edilmektedir.

Bulgular

Hastaların yaş ortalaması 5,5 yıl, ortalama anestezi süresi 152,6 dakika, vücut ağırlığı ortalaması ise 24 kg olarak saptandı. Yüzde kuyruk faktörleri karşılaştırıldığında (D grubu 2,56±0,10; S grubu 2,61±0,21) her iki grubun bazal değerlerinin birbirinden istatiksel olarak farklı olmadığı görüldü (p=0,41).

Grup D’de; yaş ortalaması 5,6 yıl, ortalama anestezi süresi 143 dakika, ortalama ağırlık  22,1 kg ve cinsiyet dağılımı sekiz erkek beş kız olarak kaydedildi. Grup D hastalarında kan örneklerinde lenfosit sayısı ve sınıflandırılmaları Tablo 1’de görülmektedir. Bu grupta lenfositlerin çoğunun 0 sınıfına ait olduğu tespit edilmiştir. Desfluran grubu hastalarında lenfositler sınıflandırıldıktan sonra % kuyruk faktörleri hesaplanmıştır (Tablo 2). Grup D hastalarında hesaplanan % kuyruk faktörü ortalamaları ve standart sapmaları Tablo 3’te görülmektedir. Bazal kan örneğinde % kuyruk faktörü ortalaması 2,56±0,1, 60. dakika kan örneği ortalaması 2,64±0,2 değerinde olup minimal bir artış gösterirken, 120. dakika kan örneği analizinde 2,52±0,06, yani bazal değere yakın bir kuyruk faktörü yüzdesi tespit edildi. Postoperatif 24. saat analizinde ortalama 2,50±0,02 değeri bulundu ve 60 ve 120. dakikalarda alınan kan örnekleri kuyruk faktörü seviyelerinde olduğu kaydedildi. Beşinci gün analiz ortalamasında ise yüzde kuyruk faktörü 2,52±0,04 bulundu. Sonuçlar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Grup D hastalarından alınan kan örnekleri sonuçları karşılaştırıldığında, sınıf 0’a ait lenfositlerin çoğunlukta olduğu, az da olsa Comet formasyonu görüldüğü, fakat % kuyruk faktörü değerleri arasında kontrol grubu değerleriyle karşılaştırıldığında ilerleyen zaman dilimlerinde belirgin fark olmadığı, hatta aynı kaldığı tespit edildi.

Grup S incelendiğinde; bu grupta yaş ortalaması 5,5 yıl, ortalama anestezi süresi 162,3 dakika, ortalama vücut ağırlığı 27,3 kg ve cinsiyet dağılımı sekiz erkek, beş kız şeklinde kaydedildi. Grup S hastalarında kan örneklerinde lenfosit sayısı ve sınıflandırılmaları Tablo 4’te görülmektedir. Bu grupta lenfositlerin çoğunun 0 sınıfına ait olduğu tespit edilmiştir. Grup S hastalarında lenfositler sınıflandırıldıktan sonra % kuyruk faktörleri hesaplanmıştır (Tablo 5). Grup S hastalarında hesaplanan % kuyruk faktörü ortalamaları ve standart sapmaları Tablo 6’da görülmektedir.

Anestezilerinde sevofluran kullanılan hastaların yüzde kuyruk faktörü ortalama değeri 2,61±0,21 olarak bulundu. Altmışıncı dakika incelemelerinde ise bu değer ortalaması 2,57±0,13 olarak kaydedildi. Yüz yirminci dakikada ise 2,59±0,13 bulundu ve bazal ortalama değere göre minimal düşük, 60. dakika değerine göre minimal yüksek olduğu görüldü. Yirmi dördüncü saat kan örneğinde 2,51±0,03, 5. gün kan örneğinde ise 2,52±0,05 ortalama değerleri tespit edildi. Bazal kan örnekleri ortalama değerine göre 60. ve 120. dakika kan örnekleri ortalamaları daha düşük sonuçlar gösterdi.

Grup S hastalarından alınan kan örnekleri sonuçları karşılaştırıldığında, sınıf 0’a ait lenfositlerin çoğunlukta olduğu az da olsa Comet formasyonu görüldüğü fakat % kuyruk faktörü değerleri arasında kontrol grubu değerleriyle karşılaştırıldığında ilerleyen zaman dilimlerinde belirgin fark olmadığı, hatta aynı kaldığı tespit edildi. Grup S ve  Grup D birlikte incelenip değerlendirildiğinde lenfositlerin zamanlara göre % kuyruk faktörleri ortalamaları Tablo 7’de görülmektedir. Grupların sadece başlangıç değerleri kıyaslandığında anlamlı fark bulunmadı (p=0,41).

Gruplar arası karşılaştırmalarda kontrol değerleri ve diğer zamanlarda alınan kan örneklerinde % kuyruk faktörleri değerleri arasında istatistiksel olarak belirgin bir fark saptanmadı.

Her grubun kendi içinde zamana göre kıyaslanması yapıldığında anlamlı fark kaydedilmemiştir.

Tartışma

İnhalasyon anesteziklerinin mutajenite ve karsinojenitesi ile ilgili araştırmalar 1970’li yılların ikinci yarısından sonra hız kazanmıştır. Anestezik gazlara maruziyetin kromozomal değişikliklere neden olduğunu gösteren invivo ve invitro pek çok çalışma yapılmıştır (5-7). Çoğundan elde edilen güncel veriler anestezik gazların genotoksisite potansiyeli taşıdığı yönündedir. Birçok ulusal sağlık otoritesi ameliyathane ortamında maksimum gaz oranının azotprotoksid için 25 ppm, halojenize inhalasyon ajanları için 2 ppm ile sınırlandırılması önerisinde bulunmaktadır (7). Comet Assay yöntemi çabuk, basit ve ucuz, bir görsel tekniktir. Bu yöntemle DNA hasarı ve tamiri ile ilgili biyomonitorizasyon ve genotoksisite çalışmaları yapmak mümkündür. Bu teknik fibroblast ve epitel gibi çeşitli somatik hücrelerde de uygulanabilir. Gerçekten de, önceleri daha az gelişmiş tekniklerle yapılmış çalışmalarda, inhalasyon ajanlarının genotoksik özellikleri saptanamazken, bu teknik ile DNA hasarı daha net ve belirgin olarak tespit edilebilmiştir. Bu tekniğin hassasiyeti; DNA’nın tek kolundaki hasarı bile gösterebilmesinden kaynaklanmaktadır. Çalışmalarda farklı sonuçlar alınmasının bir diğer nedeni maruz kalınan gazların konsantrasyonu ve sürelerinin değişik oluşudur (8). Hoerauf ve ark. (8) in vitro bir çalışma ile sağlıklı sigara içmeyen erkeklerden aldıkları lenfositleri isoflurane ve azotprotokside maruz bırakmışlar ve genetik hasarlanma meydana geldiğini göstermişlerdir. Ancak ekspozisyon sürelerinin uzun olduğunu ve bu sonucun kısa süreli işlemlerde klinik konsantrasyonlarda bu gazlara maruz kalan hastalar için aynı olmayabileceğini vurgulamaktadırlar. Yapılan araştırmalarda sigara içen bireylerde oluşan DNA hasarı içmeyenlere göre yüksek bulunmuştur (9-11). Husum ve ark. (12), ortopedik girişim yapılacak 30 hastaya (yaş ortalaması 29,5) isoflurane azotprotoksid karışımı uygulamışlar (ortalama süre 64 dk) ve anestezi öncesi, sonrası ve ertesi gün olmak üzere üç kan örneğinde KKD frekansında fark bulamamışlardır. Aynı çalışmada sigara içenlerde, ertesi gün bulunan KKD hızı, anestezi öncesine göre farklı bulunmuştur. Husum ve ark. (13) sigaranın tek başına DNA hasarını arttıran bir etken olarak ortaya çıktığını belirtmişlerdir.

Sardas ve ark. (11), ortalama 133 dk isofluran anestezisi verilen, sigara içmeyen 22-66 yaş arası 12 hastanın, Comet Assay tekniği ile DNA hasarına bakmışlardır. Anesteziden önce, anestezinin 60. dakikasında, 120. dakikasında, birinci, üçüncü ve beşinci günlerde kan örnekleri almışlar, anesteziden önceki Comet sonuçlarının, sağlıklı kontrol grubundan farksız olduğunu, kuyruklu yıldız görünümlü hücre sayısının, anestezinin 60. dakikasında anlamlı olarak arttığını, 120. dakikasında da en yüksek değerine ulaştığını; artmış olan Comet görünümlü hücre ortalama değerlerinin virinci ve üçüncü gün azalmaya başladığını, beşinci gün değerlerinin ise anestezi öncesi değerlerden istatistiksel olarak farksız olduğunu tespit etmişlerdir. Sonuç olarak bu araştırmacılar Comet yönteminin isoflurane ile anestezi idamesi yapılan hastaların periferik kan lenfositlerinde DNA onarımı başlamadan önce genotoksik etki gösterdiğine karar vermişlerdir. Sardas ve ark. (9) diğer bir çalışmalarında, Comet yöntemi ile anestezik gazlara maruz kalan ameliyathane personelinde DNA hasarını incelemişler; çalışmaya 66 ameliyathane çalışanını (25 doktor, 29 teknisyen, 12 hemşire) ve 41 sağlıklı, gazlara maruz kalmayan kontrol grubu olarak bireyi dahil etmişlerdir. Ameliyathanede çalışma süreleri 1-17 yıl arasında değişen çalışma grubunda comet hücre frekansında oldukça anlamlı bir artış saptanmıştır.

Karabiyik ve ark. (14) 24 erişkin hastanın (20-66 yaş arası) dahil edildiği bir çalışma yapmışlar, sevofluran ve isofluran anesteziklerinin kullanımı (115-162 dk) sonrası oluşan genotoksik hasarı Comet Assay yöntemiyle göstermişlerdir. Sonuçlar karşılaştırılınca her iki ajanın da benzer etkileri olduğunu, 60. ve 120. dakikada alınan kan örnekleri sonuçlarında Comet formasyonu olduğunu, üçüncü günde azaldığını ve postoperatif beşinci günde DNA tamirinin tamamen tamamlandığını göstermişlerdir. Sevofluranın olası genotoksik etkisi Szyfter ve ark. (15) tarafından in vitro ve in vivo olarak Comet Assay yöntemiyle araştırılmış, in vitro çalışmada periferik lenfositlerde DNA hasarı gözlenmemiştir. Kronik ekspozisyona bağlı genotoksisiteyi araştırmak üzere yaş ortalaması 36,1 olan 29 ameliyathane personeli kan örneklerini 20 sağlıklı, anestezik maddelere maruz kalmayan bireyin kan örnekleriyle karşılaştırmışlar; Comet yöntemi sonuçlarına göre her iki grupta anlamlı fark bulunmamış, yani sevofluranın in vivo ve in vitro genotoksik etkisi olmadığını göstermişlerdir. Çocuklardaki tek çalışma Krause ve ark. (16) tarafından yapılmıştır. Küçük cerrahi girişim (süre: 49,6 dk) geçiren yaşları 1-14 arasında değişen (ortalama 5,4) 40 çocukta sevofluranın genotoksik etkisini KKD yöntemiyle araştırmışlar ve T lenfositlerde hasar meydana gelmediğini göstermişlerdir. Desfluran üzerinde yapılan çalışmalarda ise Karpinski ve ark. (17) bu anestezik maddenin insan lenfositlerini hasarlayıcı etkisini in vitro olarak Comet Assay tekniğiyle göstermişlerdir. Akin ve ark. (18) elektif cerrahi müdahele planlanan 26-54 yaş arası 15 erişkine uyguladıkları desfluran anestezisinden sonra 60 ve 120. dakikalarda yüksek düzeyde KKD saptamalarına rağmen bu durumun ameliyat sonrası birinci günden itibaren azalarak 12. günde tamamen ortadan kaybolarak geri dönüşümlü bir etki olduğunu göstermişlerdir. İnhalasyon anesteziklerinin genotoksik etkileri hakkında daha önce yapılan in vivo çalışmaların genellikle erişkin hastalar ve ameliyathane personeli üzerinde oldukları görülmektedir (19). Çocuklar üzerinde yapılan çalışmalar azdır ve literatürde sadece Krause ve ark. (16) kısa girişimlerde sevofluranın genotoksik etkisini KKD yöntemiyle periferik lenfositleri araştırdıkları tek bir yayına rastlanmıştır. Bu çalışmada indüksiyon sevofluran ile idame sevofluran ve azotprotoksid/oksijen (%33/67) ile sağlanmıştır. Araştırmacılar ortalama anestezi süresi 49,6 dakika ardından aldıkları kanı indüksiyon öncesi kan ile karşılaştırmışlar ve her ikisi arasında fark bulamamışlardır.

Desfluranın genotoksik etkileri de in vitro ve KKD yöntemiyle araştırılmış fakat in vivo olarak Comet Assay yöntemiyle yapılan bir çalışmaya rastlanmamıştır. Ayrıca, desfluran ve sevofluranın olası genotoksik etkileri daha önce hiçbir çalışmada karşılaştırılmamıştır. Biz, çalışmamızda pediatrik cerrahi anestezisinde sıkça kullanılan sevofluran ve desfluranın genotoksik etkilerini anestezi süresi en az 120 dakika olan (ortalama 152,6 dk) çocuk hasta popülasyonunda (yaş ortalaması 5,5) Comet Assay yöntemiyle araştırdık. Olası mutajen durumları ekarte etmek amacıyla, daha önce gentotoksisitesi kanıtlanmış olan, sigara içilen ortamlarda bulunan, sistemik kronik hastalığı olan, genetik hastalığı olan, kemoterapötik ilaç kullanan, radyasyona maruz kalmış ve peroperatif kan tranfüzyonu yapılan hastaları çalışma kapsamına almadık. Anestezi idamesinde  mutajenik etkisi olmadığı kanıtlanmış intravenöz ilaçlar kullandık. Mutajenite oluşturma potansiyelinin maruz kalma süresiyle ilişkili olduğu söylenen azotprotoksidi kullanmadık. Rastgele gruplandırdığımız 26 çocuktan anestezi indüksiyonundan önce aldığımız 3 mL periferik venöz kanı Comet Assay analizlerini kontrol grubu olarak kabul ettik. İnhalasyon anestezikleri ile daha önceden yapılan KKD ve Comet testlerinde operasyonun 120. dakikasında genotoksik etkilerin en yüksek düzeye ulaştığı, bazı çalışmalarda beş günde, bazı çalışmalarda 12 günde operasyon öncesi değerlere döndüğü gösterilmiştir. Bu nedenle birinci ve beşinci günü örnekler için bu zaman birimleri referans alınmıştır (9,11,14). Anestezi başlangıcından 1-2 saat sonra ve anestezi sonrası birinci gün ve beşinci günde alınan kan örneklerini aynı yöntemle inceledik. Periferik lenfositleri görsel olarak sınıflandırdık ve sayısal objektif bir değer olan kuyruk faktörü % değerlerini hesapladık. Birçok çalışmada Comet Assay yöntemi kullanıldığında sadece kuyruk uzunluğu değerlendirilmesi subjektif olarak görsel uzunluk sınıflaması (kuyruksuz, kısa, uzun kuyruk) şeklinde yapılmıştır. Oysa bizim çalışmamızda Comet sınıflaması yapılmış ve sonrasında kuyruk yoğunluğu, oluşturulmuş formülle sabiteler kullanılarak daha objektif biçimde yorumlanmıştır. Sonuçları karşılaştırdığımızda S grubu ve D grubunda çeşitli zamanlarda anlamlı bir fark görülmezken, gruplar arası değerler de benzer bulundu. Yani, bu çalışmanın sonucunda, standart bir anestezi süresi boyunca sevofluran ve desfluran anestezisi uygulanan çocuk hasta gruplarının lenfositlerinde çekirdek yapının etkilenmeyerek hasarlanmadığı gösterildi.

Erişkinlerde sigara içimi veya uzun süre içilen ortamlarda bulunulması ekarte edilemediği için literatürde farklı sonuçlar elde edilmesi olası gibi görülmektedir (20). Oysa bizim hastalarımızın çocuk oluşu ve sigara içilmeyen ailelerden seçilmesi bu faktörü ekarte ettirmektedir. Ayrıca çocuk yaş grubu çevrenin kötü etkilerine maruz kalmamış veya henüz az etkilenmiş bir gruptur. Dolayısı ile anestezik ajanların etkilerinin bizim çalışmamızda daha izole ve daha objektif sonuca ulaştığı düşünülebilir. Nitekim Krause ve ark. (20) da çocuk yaş grubunda sevofluranın genotoksik etkisinin olmadığını ortaya koymuştur. DNA hasarını ortaya koymada çevre faktörlerinin ekarte edilmesi son derece önemlidir.

Sonuç

Çalışmamızda, pediatrik anestezide sıkça kullanılan sevofluran ve desfluranın en az 2 saat süren ameliyatlarda, Comet Assay yöntemine göre genotoksisite yönünden güvenilir olduğu gösterilmiştir.

Etik

Etik Kurul Onayı: Çalışma için İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi, Etik Kurulu’ndan onay alınmıştır. Onay no: 11880. Hasta Onayı: Çalışmamıza dahil edilen tüm hastalardan bilgilendirilmiş onam formu alınmıştır.

Hakem Değerlendirmesi: Editörler kurulu ve editörler kurulu dışındaki kişilerce değerlendirilmiştir.

Yazarlık Katkıları

Anestezi Uygulama: Yeşim Işıkçı, Ayşe Çiğdem Tütüncü. Konsept: Güner Kaya, Yeşim Işıkçı. Dizayn: Güner Kaya, Yeşim Işıkçı. Veri Toplama veya İşleme: Yeşim Işıkçı. Analiz veya Yorumlama: Güner Kaya, Fatiş Altındaş. Literatür Arama: Pınar Kendigelen, Serpil Çakmakkaya. Yazan: Güner Kaya, Yeşim Işıkçı, Ayşe Çiğdem Tütüncü.

Çıkar Çatışması: Yazarlar bu makale ile ilgili olarak herhangi bir çıkar çatışması bildirmemiştir.

Finansal Destek: Çalışmamız İÜ BAP (proje no:1479) tarafından desteklenmiştir.

Makale sadece PDF formatında mevcuttur. PDF Görüntüle
2024 ©️ Galenos Publishing House